12:00

01.01.2020

Rize’den Üniversite okumak için gelmiş, 20’li yaşlarının başında bir gencim. 91-92 yılları olmalı, Hüsamettin Arslan Hocayla arkadaş olan bir halkaya dâhil oldum. Düzensiz aralıklarla Sultanahmet’te veya Erenler’de buluşulup gecenin sükûneti çökene kadar konuşuluyor. Hocayı meraklı gözlerle izliyor, dinliyorum. Aforizmatik üslubu, dikkat çeken tavırları ile her seferinde hayranlığımı arttırıyor. Tarih, siyaset, edebiyat, hayat… lezzetine doyum olmaz sohbetler…

***

2000’li yılların başında AK Parti’nin kuruluş çalışmaları için merhum Erol Olçok ve Hasan Basri Yıldız’ın tertip ettiği toplantılara katılıyoruz. Hoca her toplantıya bir “tez”le geliyor ve iddialı ses tonuyla, düşünceleriyle hepimizi sarsıyor. Bazen önceden hazırladığı bir metni dağıtıyor. Gelenek ve muhafazakârlık üzerine gün görmemiş fikirler…

Hüsamettin Hoca, Anadolu insanının hak ettiği temsilin Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleşeceğini çok önce keşfetmişti. Cumhurbaşkanımız ile Pınarhisar’dan sonra birkaç defa konuşma imkânı bulmuş ve etkilenmişti. Ona hepimizden önce inanmıştı. Örs ve Çekiç’te babasının üzerinden çok sayıda hatırasını aktarır.

***

O yıllarda çeşitli vesilelerle bir araya gelmeye başladık ve müstakil bir dostluk ve yakınlık kurduk. 2005 yılında Zeytinburnu Belediyesi olarak hazırladığımız, ufuk açıcı sonuçlar doğuran ve kitabı hâlâ önemli bir kaynak eser niteliği taşıyan Uluslararası Göç Sempozyumunun hazırlık heyetinde yer aldı, toplantılarımıza katıldı, yol ve yordam çizmemize yardımcı oldu, isimler önerdi, bir oturumun da başkanlığını üstlendi.

***

Hoca 2010’dan sonra neredeyse tamamen Bursa’ya kapandı. İstanbul’a bile gelmeye üşenir olmuştu. Fedakârlıklarla kurduğu ve bütün maddi ve manevi birikimini hasrettiği Paradigma Yayınlarında yaşadıkları onu ‘kültür işleri’nden soğutmuştu. Nadir görüşüyorduk. Bir yolunu bulup kendisinden istifade etmemiz lazımdı.

Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde seminerler vermesini teklif ettim. Yorgun ruh haline rağmen kırmadı. Her ay bir cumartesi ZKS semineri nedeniyle İstanbul’a gelmeye başladı. Eski arkadaşlarıyla buluştu. Küçük bir meraklı toplulukla başlayan seminerler zaman içinde iyi bir dinleyici kitlesine ulaştı. Zeytinburnu’nda ve ayrıldıktan sonra da Ankara’ya gidene kadar her seminerine katıldım. Seminerden sonra başka bir mekânda uzun sohbetler eder, gece çok ilerlemeden Ümraniye’ye annesine uğurlardık. Bu vesilesiyle her ay annesini de ziyaret etmiş oluyordu. Seminerde takdim ettiğimiz çiçeği annesine götürmekten büyük haz duyduğunu her seferinde söylerdi.

Hocayla konuşacaklarımızı bir ay boyunca biriktirir, o sohbetlerde sorardık. Kendisinden çok şey öğrendim, sayesinde birçok yazar tanıdım, güzel kitaplarla tanıştım: Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Öküzün A’sı, İsyan Pazarlanıyor, Masumiyetin Ayartıcılığı, Yaşam ve Yazgı, Pervasız Dahiler, Sözün Düşüşü, İnsanın Yazgısı, Sözlü ve Yazılı Kültür vd… Cemil Meriç, Heidegger, Arendt, Berdyaev’den konuşurduk.

Gezi olayları Hoca’yı sarstı. Bazı ilişkileri yara aldı. Kırıldı. Güncel siyasete rağbeti olmayan Hoca Gezi’den sonra mesafeyi kaldırdı. Gazeteye üst üste sert yazılar gönderdi.

Hoca sade ve gösterişsiz idi. Ama bir o kadar da keskin ve iddialı. Kendi ifadesiyle “iğneleyen, tuvali yumuşak darbelerle fırçalayan değil, çekiçleyen” bir üslupla yazıyordu. “Yukarıdakilere kızgın, aşağıdakilere müşfik”ti.

***

Müsteşarlığa atandığımı öğrendiğinde memnuniyetini ve her türlü yardıma hazır olduğunu bildirdi. Umut verdi, yüreklendirdi.

Zeytinburnu’nda yapılan ve hazırlığında bulunduğumuz Cemil Meriç Sempozyumunun açılış programını teşrif etmesi için Kültür ve Turizm Bakanımız Sn. Nabi Avcı’dan ricada bulunmuştum. Hüsamettin Hoca da açılış panelinde konuşmacıydı. Bir makalenin gönderilmesi için iletişim bilgilerini talep eden Nabi Hoca’ya “Müsteşarınız Ömer Arısoy en yakın arkadaşım, kendisine verin o bana en kısa yoldan ulaştırır” dediğini duyunca gönenmiştim.

28 yıl aradan sonra topladığımız III. Millî Kültür Şûrası için aradığımda Hoca yine kırmadı. Kültür Politikaları Komisyonu üyesi olarak görev yaptı.

***

Bir gün hastalık haberi ulaştı. Aradım. Sesi bitkindi. Teşhisi biliyordu. Durumu idare ettiğini, henüz ayakta olduğunu ve kemoterapiyi reddettiğini söyledi. Hoca Kanser Savaşları’nı yayınlamıştı, konuya vâkıftı ama direnecekti. Kararından emindi. Her türlü yardıma hazır olduğumuzu ifade ettim.

15 gün kadar sonra telefonumun ekranında Hoca’nın adı göründü. Heyecanla açtım. Kaz Dağları civarında, orman ve denizin bir arada olduğu, dinlenebileceği ve hemşirelik hizmetleri alabileceği bir mekân sordu. İki gün içinde bir yer ayarladım ve kendisini aradım. Cevap veremedi. Aralıklarla birkaç kez aradıktan sonra telefonuma bir mesaj düştü: “Ömer Bey, ben Muammer Arslan. Hocanın kardeşiyim. Hocanın istirahata değil hastane ortamına ihtiyacı var. Şu anda Çanakkale’ye gidecek durumu bile yok. Sizi çok seviyor ve dinliyor. Lütfen Hocayı İstanbul’da bir hastaneye alalım. Bize yardımcı olun.” Muammer Beyle konuştuktan sonra Hocayı aradım, durumu izah ettim. İtiraz etmedi. İstanbul’da bir hastaneye yatırdık. Ziyaretine gittiğimde, başka ziyaretçi istemediğini belirtti, kimseye söylemememi tembih etti. İki defa daha ziyaret ettim. İkincisinde yoğun bakımdaydı ve şuuru kapalıydı. Sonrası malûm.

Kaynak