12:00

15.08.2020

2004 yılı Aralık ayı. Şam ve Beyrut’a kültür gezisi yapıyoruz. Seyahat süresince sosyalleşmeye niyetim yok. Olabildiği kadar münzevi olup geziden istifade etmeliyim. Otobüste en arka sıraya yerleşiyorum. Heyete göre yerim burası zaten. Kulağım mihmandarımız Halûk Dursun’da, gözüm şehirde, manzarada. Hoca, daha sonra da sıklıkla şahit olacağım gibi, arada, anlattığı konularla ilgili sorular soruyor. Dikkatlerini çekmek, merakı tahrik etmek, gruba dair fikir edinmek istiyor. Her defasında önce cevabın başkalarından gelmesini bekliyor, gelmeyince yüksek sesle cevaplıyorum. Üçüncü cevaptan sonra, “Genç adam, sen şöyle ön tarafa gel bakayım. Öyle geriden bağırarak olmaz. Yakın otur bana.” diyor. İstemeden de olsa ön taraflardaki boş bir koltuğa geçiyorum.

‘Ayrılma benden’

İlk ziyaret yerinde otobüsten inince yanına gidiyorum, tanışıyoruz. Yaşımı, memleketimi, bitirdiğim okulları, ne iş yaptığımı etraflıca sorguluyor. Bunca merak ve ilgimden hayretini gizlemiyor. “Ayrılma benden” diyor. Gezi boyunca paslaşıyoruz. Hocanın mihmandarlığında Emevi Camiini, Süleymaniye Külliyesini, Selahaddin Eyyübi, Sultan Vahideddin, Muhyiddin-i Arabi, Bilal-i Habeşi ve Hâlid el-Bağdâdî türbelerini, Hamidiye Çarşısını, Şam Tren İstasyonunu, Kasiyyûn Dağını ve şimdi sayamadığım daha birçok tarihi mekânı ve şahsiyeti ziyaret ediyoruz. Etkilendiğim, unutamadığım gezilerin başındadır. Son yıllarda Şam ve Beyrut’la ilgili her haberde içimin ürpermesi herhalde biraz da tarihi yerlerini görme fırsatı bulduğumuz içindir. Yeniden görmek nasip olur mu acaba?

2005 yılında Zeytinburnu Belediyesi olarak ilçemizdeki öğrenciler ve hemşerilerimiz için Boğaz Gezisi yapmayı planlamıştık. Hocayla istişare ettik. Her sezon başlangıcında kendi rehberliğinde gezi yapmaya, devamındaki turları da vefakâr talebesi Salim Aydın’la yürütmeye karar verdik.

Mihmandarlık şartları

Tahmin edileceği üzere Hocanın mihmandarlık için bazı şartları oldu. Adı Boğaz Gezisi değil, Boğaz Semineri olacaktı. Davet metnini dikte ettirdi. Katılımcıları, davetlileri öğrendi. Seminer devam ederken herhangi bir yeme-içme servisi yapılmayacaktı. Geminin ses düzeni muntazam olacaktı. Musiki heyeti için de tavsiyeleri oldu. Hepsini yerine getirdik. İlk seferi yaptık ve Hocanın nefis boğaz semineri ile tanışmış olduk. Sonraki dört yıl boyunca ilk seferleri Zeytinburnu protokolünün ve dostlarımızın katılımı ile Hocanın refakatinde gerçekleştirdik, devamını Salim bey getirdi. Geziye katılanlara o eşsiz İstanbul’da Yaşama Sanatı kitabını hediye ediyorduk.

Seminerlerini titizlikle takip ettim. Her yıl eklediği yeni mekânlar, olaylar, şahsiyetler, konular ve anekdotlar sayesinde tekrar hissi yaşamaz, zaman zaman mizaha kaçan üslubu ile hepimiz mest olurduk.

Yedi tepeyi kim sayabilir?

Zeytinburnu’ndan başlayan gezimize genellikle Kadıköy iskelesinden katılırdı. Önce İstanbul ile ilgili bilinmesi gereken temel bilgileri ve yeri geldikçe temel terminolojiyi verirdi. Her seferinde “İstanbul’un yedi tepesini kim sayabilir?” diye sorar, ilk parmak kaldırana sözü verir, “Çamlıca” ile başlarsa geri kalanını dinlemez, “ağzına biber sürerim” derdi. Boğaz’ın çevresindeki tarihi yapılar, çeşitli anlaşmaların imzalandığı yalı, köşk ve kasırlar ile bu yapıları kullanan mühim şahsiyetler üzerinden tarihi Osmanlı’dan günümüze kadar getirirdi. Sonradan yapılmış çirkin yalılar için “şişme bot zodyak mimarisi” diye takılmadan edemezdi. Yapıların sahiplerini kendisine mahsus rumuzlar ve meraklısının anlayabileceği notlarla, bazen spor kulüpleri, bazen yakın siyasi tarih üzerinden anlatırdı. Erguvandan manolyaya, sümbülden nergise, çınardan fıstık çamına İstanbul’un florasını, yalı sakinleri Ahmet Mithat Efendi’den Recaizade Mahmut Ekrem’e İstanbul’un edebiyat tarihini, lüferden sarıkanata, çinekoptan palamuta Boğazın balıklarını, yalıçapkınından bülbüle İstanbul’un kuşlarını, çırçırından horhora İstanbul’un doyumsuz sularını izah eder, bizlere bir kültür tarihi şöleni yaşatırdı. Her yıl mutlaka Mihrabat körfezinde konuşmasını keser, musiki heyetine “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin” şarkısını işaret eder, leziz seminer müziğin sadası ile başka bir ahenge bürünürdü.

Halûk Hoca, Ayasofya ve Topkapı Müzesi Başkanlıklarından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına atandı. Müsteşarlık döneminde hiç görüşmedik. Yoğun ve önemli görevlere gelenleri meşgul etmeme huyumuz dolayısıyla uzaktan izlemekle yetindim. Müsteşarlıktan emeklilik suretiyle ayrıldığını da gazetelerden öğrendim.

Sayın Cumhurbaşkanımızın tavsiyesiyle Kültür ve Turizm Bakanımız Nabi Avcı tarafından 20 Eylül 2016 tarihinde Ankara’ya davet edilmiş, bir buçuk saatlik görüşme sonrasında Nabi Hocanın mazeretlerimi geçersiz kılan o nezaketli üslubu ile yaptığı müsteşarlık teklifine “başüstüne” demiş ve 26 Eylül Pazartesi göreve başlamak üzere İstanbul’a dönmüştüm.

25 Eylül Pazar günü gurbete, Ankara’ya gitmeye hazırlanıyordum. Kafamda bin soru, endişe, heyecan… Telefon çaldı. Arayan Halûk Hocaydı. Tatlı sesiyle “Beyefendi, Sayın Müsteşarım” diye başladığı telefon görüşmesini “hayırlı olsun” dilekleri ile bitirdi. Yeni görevimi henüz kimse bilmezken Hoca öğrenmişti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına başladıktan yaklaşık bir ay sonra Hocadan görüşme rica ettim. Süleymaniye’de her zaman severek ve koşarak gittiği dersi öncesinde biraraya geldik. Bakanlığın meselelerini, hedeflerimizi, yapılması gerekenleri müzakere ettik.

Bakanımız Nabi Avcı’nın riyasetinde 28 yıl aradan sonra düzenlediğimiz III. Millî Kültür Şûrasının hazırlık toplantılarına katıldı. Konular ve isimler önerdi. Bir kısmını bizzat davet etti. Şûrada Kültür Politikaları Komisyonuna başkanlık etti. Bu süreçte birlikte yoğun mesai harcadık.

Şantiye çayı içerken…

Daha sonra Ankara’ya yaptığı ziyaretlerin birinde Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’tan aldığı Bakan Danışmanlığı teklifini kabul etmek durumunda kaldı. Ankara’da misafirhanede yan yana odalarda kalmaya ve sık görüşmeye başladık. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun eseri Ulus’taki tarihi Hariciye Vekâleti binasının restorasyonunu incelediğimiz gün iki sandalye üzerinde şantiye çayı içerken fotoğrafımızın çekilmesini istedi.

Kuleli Askeri Lisesinin müze olarak değerlendirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığına devri gündeme geldi. Orada yaptığımız toplantılara katıldı. Kültür sanat insanlarının fikrini almak üzere organize ettiğimiz çalıştayın ev sahipliğini ve yöneticiliğini -zaruri bir toplantı için Ankara’da olmam sebebiyle- üstlendi. Bakanlıkla ilgili her arayışımda heyecanlanır, yardıma hazır olduğunu her defasında beyan etmekten geri durmazdı.

İstanbul teşrifat geleneği

Milli Savunma Bakanlığındaki görevi esnasında Doğu ve Güneydoğuyu yeniden ve birkaç defa gezme imkânı buldu. Gördüklerinden ve dost olduğu subayların anlattıklarından etkilenmişti. Bakanlıktaki odasına yaptığım ziyarette, akide şekeri, badem ezmesi, çay ve ikram usulü ile İstanbul teşrifat geleneğini yaşattığını gördüm.

O tarihlerde sosyal medya kullanıcısı olmadığım için arkadaşlarımdan Hocanın sosyal medyada paylaştığı bütün yazılarını bana ulaştırmalarını istemiştim. Sonradan bir kısmı kitaplaştırılan o güzel yazıları takip ederdim. Gezdiği, gördüğü yerleri ve hissiyatını paylaşıyor, her vesileyle gençlere sesleniyordu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte 21 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazetede Kültür ve Turizm Bakan Yardımcıları listesinde adımız birlikte yayınlanınca arayıp tebrik etme sırası bana gelmişti. Şantiye halini gördüğümüz Ulus’taki tarihi binada yan yana odalarda çalışmaya başladık. Akşamları uzun sohbetler etme imkânımız oldu. Birlikte katıldığımız toplantılarda hep yan yana oturmayı tercih ettik. O yine bulduğu her fırsatta gençlerle biraraya gelmek üzere Türkiye’nin dört bir yanına ama özellikle Doğu ve Güneydoğuya koşmaya devam ediyordu.

Hoca bürokrat kökenli değildi ve bürokratik işlerden hoşlanmadığını gizlemezdi. Günlük hayatımızın parçası haline gelen işlerden sıkıldığını belli ederdi. Onun bütün hedefi daha çok gencimize, insanımıza ulaşıp heyecanını yaymaktı.

Değeri ne vakit anlaşılır?

Kasım 2018’de yeniden Zeytinburnu’na dönmem gündeme gelince bunu ilk paylaştıklarımdan biri Halûk Hoca oldu. Bakanlıktan ayrılmamı doğru bulmadı. Takip eden günlerde her vesileyle bunu tekrarladı. Ankara’da kalmam için epey uğraştığını vefatından sonra öğrendim. Bakan Yardımcılığından istifa ettiğim 30 Kasım 2018 günü Bakanlıkta en son Hoca ile vedalaştım ve o tarihi binanın kapısına kadar uğurladı. Merdivenlerde fotoğraf aldırdı. Bina şantiye halindeyken çektirdiğimiz fotoğraf ile uğurlarken çekilen fotoğrafı “Kadim dostum …” diye başlayan mesajla birlikte sosyal medyada paylaştı.

Adaylığımız ilan edilmeden önceki dönemde Zeytinburnu’nda ziyaret etti. Bakanlıktaki işleri konuştuk. Memleket meseleleri ile ilgili dertleştik. “Bir insanın değeri asıl görevden ayrıldıktan sonra anlaşılır” dedi. Bu söz ve teveccühle söylediği diğer sözler en kıymetli hatıralarım arasında şimdi. Bir daha yüzyüze görüşemeyeceğimizi nereden bilebilirdim!

3 Ağustos 2019 tarihli telefon görüşmemizde söylediği “Farkındayım, gecikiyorum. En kısa zamanda geleceğim.” cümleleri kulağımdaki son sözleri oldu.

Hoca bir İstanbul beyefendisi idi. İstanbul sevdamızın şekillenmesinde, derinleşmesinde büyük pay sahibidir. Cebinde taşıdığı tespihten kullandığı kelimelere, yeme içme adabından dostluğa, mimariden sanata, musikiden edebiyata, mezar taşı kitabesinden su kemerine, güzel ülkemizin bir köşesindeki leziz pınarına, çağlayan derelerine, rüzgârla uğuldayan tepelerine, karlı dağlarına kadar her inceliğe dikkat çekti. Tabiatı ve tarihi sevdi, sevdirmeye çalıştı.

Dünya nöbetini tamamladı

En heyecanla yaptığı iş gençlerle konuşmaktı. Bu memleketin çocuklarını kurtlara kaptırmamak için mücadele etmeyi, onlara millet-memleket sevdası aşılamayı kutsal bir görev saydı ve ömrünü buna adadı. Ve gıpta edilesi bir biçimde yine bu görevi ifa ederken dünya nöbetini tamamladı.

Türkiye, ardında doldurulamayacak bir boşluk bırakarak giden Halûk Hocasını, Sayın Cumhurbaşkanımızın en önde olduğu büyük bir kalabalıkla uğurladı. Ölüm yıldönümünde rahmetle, minnetle anıyorum.

Kaynak